Antik Dünyanın Dehası,

BUDDHA

 

“Arınarak uyanmak, kurtuluştur!”

 

Dr. Cahit Karakuş

 

 

 

 

Özet

 

Kendi Buddha’mı keşfetmek için çıktığım yolun bir yerlerinde sorgulamaya başladım. Ben hangi Buddha’yı keşfedeceğim? 

-  Doğmadan önce gökyüzündeki efsanevi Tuşuta cennetinde, insanları doğru yola sevk edebilmek için hazırlanan Buddha’yı mı?

-  2500 yıl önce, Himalaya eteklerindeki Lumbini bölgesinin Kapilavatsu kentinde  krallık içerisinde inanç, felsefe ve kültürel birikimlerde eğitilerek bilinçlenen prens Buddha’yı mı?

-  Acıların kaynağını karanlığın içinde ararken, kendini yeniden var etme sürecinde çile çeken Buddha’yı mı?

-  Değişimi başlatabilmek için düşünmeye, “bilinçlenerek sorgulamaya ve dertlenmeye başlama”nın,  yeterli olacağını iddia eden Buddha’yı mı?

 

Yanıtımı bana emanet edilen bir cümle ile vermek isterim: “Buddha’nın öğretileri ile kendi kişiliğini  keşfetmeye başladığın an içinde var olan, özgürlük ve şefkat içeren o büyük kalbe sahip olabilmen yeterli olacaktır.”

 

Türk Dil Kurumuna ait sözlükte, Arınmak: “Temizlenmek; katışıksız, arı duruma gelmek” olarak tanımlanmıştır. İbadete, evliliğe, yolculuğa, işe ve hatta güne başlamadan önce arınmak gerek. Tamam da, Bunun yanı sıra deneyim ve yetenek kazanarak belli bir birikim elde ettikten sonra arınarak uyanmak; bunların çok üstünde olsa gerek.

 

Elbette ki Buddha hakkında bilginiz vardır, belirli bir çerçevede Buddha’yı zihninizde dolaştırmayı arzuluyorum. Hepinizce bilindiği gibi, yorum bir sanattır, ben de  düzeyim çerçevesinde Buddha’yı yorumlamaya çalışacağım. “Amacım, içinizde var olan kendi Buddha’nızı keşfetmenize ışık tutumaktır.”

 

Bu çalışma Siddhartha Gotama’nın Buddha olma sürecine ve temel felsefesine odaklanmıştır. Buddhizmin tarihi, masal öğretileri, yoga ve ruh göçü gibi konu başlıkları ayrı ayrı özel araştırma alanlarıdır.

 

 

1.            Giriş

 

Sarp dağlar, aşılmaları güç çöller ve bataklıklarla çevrili bir bölge olan İndus ve Ganj havzalarında, Buddha’nın yaşadığı 2500 yıl öncesi dönem. Ticaretin büyüyüp genişlemesi ile göçü hızlandıran şehirler, şaşırtıcı yepyeni fırsatlar sunuyorlardı. İnsanlar köylerinden, kabilelerinden, topraklarından, uzun zamandır değişmeyen yaşam tarzlarından uzaklaşıyorlardı. Bu kaotik ortam, yoğun bir sorgulama dönemini de başlatmıştı! Çünkü, Hint kültürünü oluşturan felsefe ve ahlaki öğretilerin temelinde “yeniden doğum (reenkarnasyon)” inancı vardır: Bir tanrı, bir insan, bir üst ya da alt kasttan biri, hatta bir hayvan, bir böcek olmak demek bir yaşamdan diğerine geçiş döngüsünde olmak demekti. Bu sonsuz döngüde; doğum, acılar, hastalıklar, yaşlılık, ölüm ve yeniden farklı bir formda doğum anlamına gelen Samsara’ya inanan insanlar yenilenme döngüsünden olumsuz etkilenmeye başlamışlar ve kendilerini tuzağa düşürülmüş hissediyorlardı. Çünkü, bu döngü çok yorucuydu, çok acı vericiydi, var oluş bir lütuf olarak görülmüyordu. Hinduizm’deki rahip sınıfı olan, Brahmanların ritüelliği de, Samsara’ya kalıcı bir çözüm bulamıyordu.

 

Gerçeğin gezgin arayıcısı, aydınlanmış, en yüce bilgeliğe uyanmış kişi olan Buddha’nın asıl adı Siddhartha Gotama'dır. M.Ö. 563 - M.Ö. 483 yılları arasında yaşadığı kuvvetle muhtemeldir; yani Çin'deki Konfüçyus (M.Ö. 551 – M.Ö. 479) ve Atina'daki Sokrates (M.Ö. 469 – M.Ö. 399) ile çağdaştır ve bu üç büyük filozof aynı zamanlarda, ayrı tezgahlarda, adeta aynı kumaşı dokumuşlardır. Fikirleri ile farklı bir dünyanın temelini atmak için onları harekete geçiren acaba ne olmuştur? Antik dünyanın bu büyük düşünürlerine ait mesajların taşıdığı insanlık ve umut bugün de dünyamızı aydınlatmaya devam ediyor.

 

Okuduğumuz kitaplara göre Siddharta Gotama, Hinduizm’deki Veda'lar mukaddes kitabının geleneklerine uygun bir tarzda Brahmanlık eğitimi almıştı. Hinduizm’de Brahmanlar, yaşamın kültürünü şekillendiren rahip sınıfıdır. Ezbere bildikleri eski ilahi yazıtları ardı ardına okuduklarını ve buna üç dört saat devam ettiklerini görürsünüz. Brahmanlar ve kutsal kitapları herşeyi bilir. Tanrılar ile nasıl iletişim kuracaklarını bilirler. Tüm ritüelleri ezbere bilirler.  Ölümde evlere gelip dua okurlar, kuraklık olduğunda yağmur tanrısını çağırmak için Brahman çağrılır. Tüm yaşam, bilgili olan rahiplere yani Brahmanlara bağlıdır. Bu onlara çok büyük bir güç vermiş ve Hinduizm’deki kast sisteminin en üst konumdadırlar.

 

Hinduizm’deki Kast Sistemi:

-  Brahmanlar

-  Soylular, yöneticiler ve askerlerden oluşan Katriyalar

-  Tüccar, esnaf ve çiftçilerden oluşan Vaisyalar

-  Hizmetçiler ve işçilerden oluşan Sudralar

-  Kast dışındakiler, dokunulmazlardan oluşan Paryalar.

 

 

 

 

 

2.            Çileci Gotama

 

Zengin bir Brahman çocuğu olan Siddhartha Gotama, daha erken yaşlarında, Hinduizm filozofları olan Upanishadların yardımıyla, Hint felsefesinde, bilinçlenmenin ölümsüzlüğünü ifade eden Atman’ı anlamaya çabalar. Evrenin temeli ya da var olan her şeyin kaynağı, her yerde var olan ve ebedi olan Atman, insanın en iç, en derin, bütün evrenle paylaştığı öz varlığı olan ölümsüz ruhudur.

 

Upanishad, sözlük anlamı "Gizli öğreti” dir. Eski çağlarda Hindistan'da dinsel öğretiler, belirli dinsel toplulukların, dışa kapalı ezoterik örgütlerin tekelindeydi. Ermiş bilge olan Upanishadların çevrelerinde toplanan öğrencilerine kendi derin iç yaşantılarını, araştırmalarının sonucu olan bulgularını, gizlerini açıkladıkları söylenebilir. Yeterliliği, güvenirliliği denenmiş olan kimselere eriştirme (initiation: kabul töreni) yoluyla verilirdi.

 

Gotama, 29 yaşına geldiğinde  kendisine aktarılan, bilgi ve tecrübe birikiminin var ettiği bilinçlenme ile sorularına aradığı yanıtları bulamıyordu. Sorduğu sorulara verilen yanıtlar onun susuzluğunu gideremiyordu. Bir anda yaşamını değiştiren bir karar alır; evini, yeni doğum yapan karısını ve çocuğunu terk ederek, karanlığın içinde kaybolur (!). Amacı insan yaşamındaki acıların sırrını çözmekti. Basit bir hayatı olsun isteseydi, sürüye yakın durur ve orada kendini unuttururdu.  Hindistan'da Vedaların yoğun sorgulandığı, arayışların olduğu bir dönemde, Himalayaların eteklerinde, Güney Nepal’dan başlayan bir yolculuk.

 

Gotoma, ormana ne istediğini bilerek gitti! Çünkü, ormanlardaki yollar, Cangıl denilen inziva köşeleri “Yalnız gezen kazlar” diye adlandırılan filozoflar ve çilekeşlerle doluydu.

 

Topluluktan kaçan ve yalnız başına kalmayı sevenler, cangıllarda çilekeşliğin türlü perhizleri ve oruçları ile vakit geçirirlerdi. İşte Upanishadların ilk özünü burada aramak herhalde yerinde bir iş olur. Kendi başına yaşam sürme ve inzivaya çekilmenin tarisel süreçte oluşum nedeleri:

·      Kabile  düzen ve kurallarına uymama ve köyün dışında bir yerde kendi başlarına bir kulübe kurma isteği,

·      Kabile yasasına uymayanlara ceza olarak kovulma ya da sürgüne gönderilme,

·      Yük olan ihtiyarlar ve hastalardan kurtulma,

·      Eski gezici kahraman tipler,

·      Köy köy dolaşan zanaat sahibi kimseler ve mesleğe yeni başlamış çıraklar,

·      Hint avcı ve çoban kabileleri, tahtacılar,

·      İş arayanlar ve ticaret yapanlar,

·      Filozoflar

 

O yıllarda Hindistan’ın bütün yolları daima bir takım yaya gezen yolcularla doluydu. Gotoma’da güney'e doğru yürüyerek Bingale'den Kuzey'e uzanan dağ silsilesinde, çilecilerin sığındıkları mağaralara geldi. O devrin Hint düşüncesine göre, ilme varmak ancak oruç ve nefsin isteklerini kırma ile mümkün olduğundan, o da aynı usulü takip etmek üzere “Vindiya” dağlarının ormanlıklarına çekildi.

 

Karşılaştığı düşünürlerin fikirlerini değerlendirmek için onların yöntemlerini ilk elden denemeye de bu yüzden karar verdi. O dönemin ünlü bilgesi, Alara Kalama'nın öğrencisi oldu. Alara’ya göre Samsara sorununun çözümü, her yeniden doğum sonrası, sonsuz kalıcı parçamız olan benliğimizi, doğrudan sorgulamaktan geçiyordu.  Çünkü her sorgulamanın sonunda benliğimiz bilinçlenmiş oluyordu. Alara Kalama şöyle diyordu: “İnsan kendinde kendini sorgulayarak yok etmesini öğrenirse, kuş nasıl kafesinden kaçıp kurtulur, özgürlüğe erişirse, ruhta öylesine gövdeden kurtulur özgürlüğüne erişir.” 

 

Meditasyonun tüm aşamalarını ve Atman öğretisinin detaylarını öğrenen Buddha, büyük bir yetenek göstererek zihnini tamamen huzura kavuşturmayı başardı. Öyle ki, Alara Kalama ona grubun liderliğini önerdi. O ret etti. Çünkü, meditasyondan çıkınca bir kez daha aynı temel sorunları olan doğum, hastalık, yaşlılık ve ölüm döngüsüne geri dönüyordu.

 

Gotama’ya göre: Özgürlüğüne ulaşmış olsa da ruh hangi koşullar içinde olursa olsun maddeye bulaşmaktan, yeniden doğum döngüsünden kendini kurtaramaz. Onun aradığı kurtuluş bu değildi. O tam mutlak bir kurtuluş istiyordu. İnsan bir ruha bağımlı olmaktan kendisini kurtarmalı diyordu. Alara’nın öğretileri ile çilecilerin yanında çok şey öğreniyordu. Acıyla bensizleşme yolunda yürümeyi, isteyerek acıya katlanmayı ve onu aşmayı. Bensizleşme amacıyla meditasyonu; ancak bütün yollar sonunda yine "Ben"e varıyordu. Alara Kalama'dan sonra bilge Uddaka'nın öğrencisi oldu. Onun öğretisi de insanı ne algının olduğu, ne de olmadığı yere götürmekti. Gotama bunun da kendisini kurtuluşa götüremeyeceği kanısına vardı. Hem Alara hem de Uddaka’nın öğretileri Gotama’yı tatmin etmiyordu, çünkü daha önce de söğlediğim gibi Samsara ve sonsuz döngüde yeniden doğum tutsaklığına çözüm getirmiyordu.

 

 

 

 

 

3.            Kendini yeniden var etme süreci

 

 “Kemanın yayını çok sıkarsanız kopar; gevşek bırakırsanız çalmaz.” Gotama’nın duyduğu bu söz, kendini yeniden var etmesinde tetikleyici rol oynamıştır. Hakikate varabilmenin ancak ve ancak sağlam iyi işleyen bir zihinle mümkün olabileceğini fark ederek, Hint usulü arınmadan vazgeçti ve gerçeği kendi başına arayıp bulmaya karar verdi. Geçmişindeki öğreti birikimlerinin tutsaklığında yaşamına devam etme yerine; kendisine aktarılan, bilgi ve tecrübe birikiminden, “Kendini yeniden var etme sürecini” başlattı.

 

Tam bu noktada Gotama’nın yaşadıklarını ve deneyimlerinden kazandıklarını daha iyi anlayabilmek için  “Kartalın yeniden var olması” üzerine efsanevi anlatı ilgi çekici olacaktır:  Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanlarından biridir ve zirvelerde yaşar. Ancak yaşlanmaya başladığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve avlarını kavrayıp tutamaz. Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları kartlaşır ve kalınlaşır. Bir anlatıya göre, uçması iyice zorlaşan kartalın önünde iki seçenek vardır; “ya acıları ile sıradanlaşacak ya da kendini yeniden var etmenin zorlu sürecini göğüsleyecek”. Kendini yeniden var etme sürecini seçtiğinde, dağların doruklarında bir kaya oyuğuna yerleşir. Önce gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. Kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra yeni gagası ile pençelerini yerinden söker. Zamanla oluşan yeni pençeleri ile eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. Aylar sonra yenilenmiş tüylerine kavuşan kartal, kendini yeniden var etme sürecini tamamlamış olur. Gotama da çok acı da verse kendini yeniden var etme sürecini tek başına yaşamıştır.

 

Gotama, yaşadıklarını sorgulamaya ve nedenlerini araştırmaya koyuldu. Öncelikle herşeyin dinamik ve akışkan  olduğunu ve değiştiğini fark etti. Herşeyin değişken olduğunun farkına varması, ruhun kalıcı varlığının da anlamlı olmadığı fikrine yol açtı.  Kalıcı ve sürekli bir ruh diğer bir deyişle benlik olmadığını  belirtiyordu. Çünkü kalıcı bir benlik olduğuna inanmak insanları bencil yapıyordu, dünyevi endişelerle dolu doymak bilmez bir hale getiriyordu ve Samsara’da insanları tuzağa düşmüş halde tutuyordu.

 

Gotama, “Yaratılmadan değil ortaya çıkmadan, var olmadan söz eder. Var olmayı reddetmiyordu kalıcı ve ebedi bir öz benlik (ruh) olduğuna inanmıyordu. Hatta sorunun kökeninin de burada olduğunu belirtiyordu. Acıların kaynağının farkına varılması için kişi, öncelikle “ben, benim” gibi kavramlardan özgür kalmalıydı. Gotoma’nın öğretisi, “Kişinin kendisini, özünden bağımsız kendi doğasını, yeniden keşfetmesinden geçiyordu.” Ona göre, öz yanılgıdan kurtulabilirsek herşeyi gerçek hali ile görebilir ve acımız sona ererdi. Dünyayı doğru tavırla yaşamaya güç kazandıran şey: “Kendini tanırsan dünya seninle olur ”  diyordu.

 

Herşeyi reddedenler ile kendilerine acı çektirenler arasında bir “Orta Yol” bulan Gotama, ölçülü olun diyordu. Bu radikal yaklaşım ona büyük bir aydınlanma kazanmasına yardımcı oldu. Gotama’ya göre, “Dünyayı nasıl deneyimlediğimiz ve ne çeşit deneyimler yaşayabileceğimize zihnimiz karar veriyordu.” Dış dünya bizim deneyimlediğimiz haliyle sürekli değişiyor ve bizde sürekli değişiyorduk.

 

 

 

 

4.            Bilinçlenme değişim başlatır!

 

Gotama, Hintçe incir manasına gelen ve sonraları “Hikmet Ağacı” adını alan “Bo” ağacı altında otururken; aç gözlülüğün, cehaletin, arzunun, korkunun ve gururun temsilcileri olan karanlığın efendisi Mara’nın kızları, onu doğru yoldan ayırmak istediler. Olanların hayal ürünü olduğunu fark eden Gotama, evrendeki herbir olayın, bir neden tarafından tetiklenen bir etkinin sonucu olduğunu anladı. Renkli kumlardan günlerce emek verilerek yapılmış bir resim hayal edin. Tamamlandığında küçük bir rüzgar hareketi resmi yok edecektir.

 

Arınarak aydınlığa uyanan Gotama’nın düşünebilmesi için aklını kullanması gerekiyordu. Aklını kullanmak sorgulamaktır. Sorgulamak fark etmektir. Fark etmek uyanmaktır. Uyanmak ise kurtuluştur.

 

Yürüdüğü yolda aydınlanan ve uyanan Gotama için değişimin sancıları başlamıştı, geriye dönüş yoktu. Öğrenmek, değişim başlatıyordu. Kendini yeniden keşfediyordu, dünyayı keşfediyordu. Sonunda ölüm ve yeniden doğum döngüsünden kurtuldu ve aydınlanmaya ulaştı. Gotama şimdinin ötesini arıyordu. Egolarından, duygularından arınmıştı. Kendisinin ötesine ulaşmıştı.

 

Gotama, yıllar önce geldiği ormandaki, nehir kenarına geri döndü. Unuttuklarını yeniden  hatırladı, ölümsüzlüğü, tanrısallığı, Brahman öğretilerini ve herşeyi. Daldığı derin uyku onu dinlendirmiş ve ötesinde yenilemişti. O tekrar meraklı, tekrar sorgulayıcı ve tekrar sevinç doludur. Artık üç güce sahipti: “Düşünmek, sabretmek ve nefsine hakim olmak.”

 

Gotama, gençliğinde çileci olmuştu, çileciler arasındaydı, Atman'ı aradı. Büyük bilge Alara Kalama’ya rastladı, harikaydı. Kendini tüketerek arınmayı öğrendi. Doğru olmadığını gördü; kendini yeniden var etmeyi başardı. Onun yaşamındaki değişim felsefesini ıstakozun yaşadıklarına benzetebiliriz: Istakoz sert kabuk içinde yaşayan narin yumuşak bir hayvandır. Büyüdükçe içinde yaşadığı sert kabuk genişlemez ve ona dar gelir, sıkıştırır. Stres oluşturmaya başlar. Bu dayanılmaz ızdırap verici ortamda, kendini çok rahatsız hissettiğinde bir kaya oluşumunun altına gider ve kabuğunu çıkarıp atar. Kabuksuz haldedir,  balıklardan korunmak için saklanmak zorundadır. Ve saklandığı yerde yeni sert kabuğunu üretir. Kabuğu rahatsız etmeye başladığı her defasında, bu değişim süreci tekrarlanır.  Bilgi ve tecrübe birikiminin var ettiği bilinçlenme değişim başlatır. Ve bu değişim süreklidir.

 

Yanında durduğu nehrin kenarında değişimini tamamlayan Gotama uyanır, nehre derin bir sevgi duyar ve onu kolay kolay bırakmak istemez. Daha önce belirttiğim gibi, Gotama öncelikle herşeyin dinamik, akışkan ve değişken olduğunun farkına vardı. Akan suyun üstünde bir dal parçasını yüzdüren su, hep aynı su mu?  Hayır, dal su üzerindeki varlığını sürdürdüğü müddetce onu hareket ettiren su ve suyun biçimi sürekli değişir. Nehir akıyor hep koşuyor, nehrin suyu hep aynı görünüyor, oysa aynı değil, her an yenileniyordu.

 

Gotama nehrin bir kıyısından öbür kıyısına salla insan taşımaya başlar. Yolcular ile sohbetler eder. Yolcular ondaki bilgeliği sezerler, sorular sorarak onun anlatmasını sağlarlar. Artık ışık saçmaya başlamıştır ve  ünü gittikçe yayılır. Gotama, Benares'e gelir. Oruç tutmayı terk ettiğinden ötürü kendisinden ayrılan 5 talebesini arayıp bulur. Bu 5 talebe, onun etkili şahsiyeti, yeni ve farklı inancı ve bu inançlara dayanan öğretleri karşısında onu Hint dilinde uyanmış insan manasına gelen “Buddha” adıyla selâmladılar. Çünkü ondaki büyük değişimi, gerçeklere uyanışı fark ettiler. Buddha artık tamamıyla aydınlanmıştı. Kendi zihnini tamamen aydınlık bir hale getirdikten sonra “Görünmeyenleri görme” devresi içerisinde, kendinden geçerek zihinde canlandırma diye adlandırılan yoganın bütün basamaklarını kat etti.  Bu ise mükemmel bir “Ruh göçü” idi. Bu aşamalardan sonra Buddha, öğretilerine kesin bir şekil vermek üzere Benares’de “dört mukaddes gerçek” adlı ilk vaazını verdi.

 

Buddha’nın öğretisi kısaca şunları içeriyordu:

     I.         Dukkha: Izdırap, “Bütün yaşam acı dolu ve ızdırap vericidir”.

   II.         Samudaya: Ölüme sebebiyet veren doğmuş olmaktır. “Var edilen ızdırap kaynaklarının nedeni hırs, cehalet ve açgözlülüktür”. İstek ve özleyişin kaynağı ise çekilen ızdıraplardır.

 III.         Nirodha: İstekleri ve özleyişleri terk etmekle ızdıraptan kurtulmak mümkündür.

 

 IV.         Magga: Sekiz aşamalı  “Ariya” yolu tüm acılara son vermeyi vaat ediyordu:

1)      Doğru görüş, doğru inanç

2)      Doğru karar, doğru istekler, iyi niyet

3)      Doğru söz

4)      Doğru eylem, çaba ve gayret

5)      Doğru yaşayış, namuslu kazanç

6)      Doğru çalışmak

7)      Doğru muhakeme

8)      Doğru düşünce

 

Dünyanın en eski üniversitesi, Nalanda Üniversitesi, Buddha’nın en büyük mirası olarak karşımıza çıkmaktadır. M.S. 500 yıldan itibaren çok ciddi bir şekilde eğitim yapıldığını biliyoruz. Ortaasya’dan Japonya’dan,  Ortadoğu’dan, İran, Anadolu’dan ve Çin’den  gelen öğrenciler ve alimler ile dolu bir yerdi. Binlerce öğrencisi olan dev bir kampus. 200 köy öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılıyordu.  Matematik, politika, edebiyat, hepsi burada öğretiliyordu. Ancak Buddhizm'e özel bir vurgu vardı.   Buddhist rahiplere zenginlerden gelen yardımlar zamanla eridi ve yok oldu. Brahmanizm güçlü varlığını daima korumuştur..

 

Eski Buda öğretisine Hinayana, Yeni Buda öğretisine Mahayana adı verilir. Eski Buda öğretisinin temel gayesi kişileri dünyanın acılarından, ıstıraplarından kurtarmaktı. Oysa Mahayana Buda öğretisinde bu kurtarma her şeyi ve herkesi kapsamaktadır. Onun için eski Buda öğretisine Küçük Gemi (taşıt) anlamına gelen Hinayana ve Yeni Buda öğretisine de Büyük Gemi (taşıt) anlamına gelen Mahayana adını vermişlerdir. Hinayana Buda öğretisi her şeyden önce kendi kişisel kurtuluşunu sağlamaya çalışan tek tek kişileri düşünmesine karşın Mahayana Buda öğretisi bütün canlıları düşünmektedir.

 

Buddhizm esas itibariyle iki önemli unsurdan oluşur. Bunlardan biri rahipler, diğeri ise halk tabakasıdır. Doğal olarak halkı meydana getirenlerin kendilerine göre ayrı meskenleri, aileleri ve meslekleri vardır. Bunlar ahlaki değerlere uygun bir yaşam düzeni sergilerler ve kendi geçimlerini kendileri temin ederler. Buna karşılık rahip topluluğu, günlük aktif yaşamdan elini ayağını çekmiş, ailesini ve mesleğini bırakarak şundan bundan aldığı sadakalar sayesinde geçinir bir haldedir.

 

Buddhist rahipler, gezici birer dilenci olmakla beraber, Buddhizm camiası içinde özel yerleri vardı ve bir cemiyet halinde yaşıyorlardı. Bazı bilginlere göre, Buddhizm’deki bu rahip cemiyeti tipi, bu fikri çok eskiden başlatmış olan kavimler arasında toplanması gelenek olan gizli cemiyetlerden esinlenilmiştir. rahip olmak isteyen kimseler, resmi dairelerden birisine başvurup, rahip olduktan sonra devlete yük olacak kimseyi bırakmayacaklarını teminatla söz vermek zorunda bırakılıyorlardı. Ve bu resmi dairelerden aldıkları izin belgelerini de sonradan doğrudan doğruya hükümete göstererek rahip olabilme iznini alabiliyorlardı. Bu iş çok dikkatli  yapılıyordu. Hatta  öyle ki  hükümet rahip olacak kimsenin ailesini nerede bırakacağını da araştırır  ve  kalacağı yerin emin olup olmadığını öğrenirdi. Çünkü  emin bir yerde bırakılmayan  bir aile günün  birinde pekala  hükümetin  başına  yük olabilecekti.

 

Bundan sonra söyleyeceklerim, yanılgıların fark edilip, nedensellik yasasından, yani döngüsel tutsaklıktan kurtulma hakkında olacaktır.

 

 

 

5.            Yaşamsal Unsur

 

Buddha’ya göre, olayların göze, şu an mevcutmuş ve ardarda kesilmeden devam ediyormuş gibi görünmesi insanları aldatır ve bir şey vücuda geliyormuş veya oluyormuş gibi bir his verir. Bunu  daha iyi anlayabilmemiz için, filmleri göz önüne getirelim. Filmlerin aslı hiç de gördüğümüz gibi devamlı hareket eden insanlar ve olaylar değildir. Kesik kesik birçok olay sahnelerinin resimleri ardı ardına o kadar hızlı hareket ettirilir ki ve bir  önceki sahneyi bir sonraki sahne o kadar  hızlı takip eder  ki, bir resimdeki değişim bir sonraki resimdeki değişimi yakalar ve onunla bütünleşir. Böylece seyirci sürekli  bir hareket varmış gibi film seyreder.

 

Hırslar ve arzuların peşinde koşuştururken yaşamdaki ızdırap tutsaklık döngüleri süreklilik kazanır. Bu döngülerin biri diğerini kovalar durur. Herbir döngünün son anındaki hayal kırıklığının var ettiği duygusallık  yeni ızdırap kaynaklarını arar. Bir tutsaklık döngüsünün son anını fark eden, bir sonra olacak olanı arayan, onu yakalayan, onunla bütünleşen ve yeni bir doğum başlatan geçişe “Yaşamsal Unsur” denmektedir. 

 

Yaşamsal unsuru daha iyi anlayabilmek için Buddha’nın, 12 ardışıl nedensellik halkası denilen “Tutsaklık Döngüsü” nün detaylı irdelenmesi gerekir:

 

1)      Doğru yoldan ayrılır (dalalet) ve kendini bilmez (gaflet) iseniz,

2)      İç güdüsel ve bilinçsizce hisler, istekler ve arzular var olur; farkında olmadan zihinde dolaşan şeyler oluşur, bundan

3)      İstekler ve arzular hırslanmayı başlatır. Cehalet ve açgözlülük ıztırap kaynaklarının nedenidir. Hırslanmayı var eden tabii ki hislerimizdir. Herhangi bir şey için, “Ah bu güzel şey keşke benim olsaydı” demeden önce, o şeyi ilk önce görüp ve, “Bu şey ne kadar güzeldir” diye bir izlenimimiz olmalıdır. Bundan dolayı hislerimizle edindiğimiz bilgileri hırslarımız takip etmektedir.   Ve bu yüzden daha önceden dış alem ve dış konular arasında duyusal ve duygusal bir ilişki kurulmuş olması lazımdır. Mesela bir şeyin güzel olduğu hakkında bir fikir edinebilmek için ilk önce görme hissimizin, yani gözümüzün o nesneyle iletişime geçmesi, onu görmesi gerekir.

 

4)      Zihinde yapan özne denilen hisseden düşünce ile yapılan nesne denilen hissedilen düşünceler oluşur. Yapan özne ile yapılan nesnenin ikiliği ayırt edilir, bundan

5)      Yapan özne  ile yapılan nesne birbiriyle temasa geçer, bilincin tekliği oluşur. Upanishad filozoflarına göre, tek bir ruh ayrı ayrı iki gerçek durumu teşkil etmektedir. Gerçek durumlarından birisi, “yapan özne” rolünü oynayan hisseden düşünce ve diğeri ise renk, koku, ses gibi “yapılan nesne” dediğimiz hissedilen düşüncenin meydana getirilmesidir. Hisseden  düşünce ile hissedilen düşünce rolünü oynayanlar bir araya  gelerek türlü  renkler, kokular, sesler gibi türlü eşyayı ve dünyayı vücuda getirmişlerdir.

 

Bu kuram ile açıklanmasına çalışılan esas mesele şudur: Bir şey hakkında çeşitli hislerimiz vasıtasıyla düşüncemiz oluştuğu zaman, hislerimiz o konu ile ilişkiye  geçer ve bir birleşme meydana gelir. Yani özne nesne ile bütünleşir ve cümle oluşur. Upanishad filozoflarına göre, “özne ile nesne tek bir şeydir ve bir ruhtan doğmuşlardır.  Burada Upanishad filozofları ruhtan;  Buddha ise, özne ve nesne ikiliğinin ayırt edilmesinden sonra oluşan cümleye “zihindeki bilincin saflaşması, tekliğidir” demektedir.

 

6)      Yapan özne ile yapılan nesnenin birleşmesinden, tekliğinden duygusallık oluşur. Buddha’ya göre olaylar; görmek, işitmek, koku almak, tat almak, temas etmek ve düşünmek denilen altı duyu kabiliyetini meydana getirirler. Buddhist'ler burada “düşünce” yi altıncı bir his olarak kabul ediyorlar. Bu kabiliyetlerin her birisinin ayrı ayrı ve kendilerine göre bir konusu vardır. Görüş kabiliyeti renkleri görür, işitme sesleri işitir, tat alma tatları tadar, koku alma kokuları duyar, temasla nesnelerin inceliği, kalınlığı, soğukluğu sıcaklığı v.s. anlaşılır. Bunlar somut konulardır. Fakat soyut olan konuların hepsi de düşünmeye aittir. Bu nedenle yapan özne ile yapılan nesnenin birbiriyle teması duygusallığı var eder.

 

7)      Yaşamsal unsur var edilir. "Biri diğerini takip eden bir olayı bir önceki olayın bir sonucu olarak gören Buddha, “Bir olayın sonucunun etkisi bir sonra olacak olanı yakalar ve yakarak onunla bütünleşir, bundan dolayı her yapılan işin cezası yahut mükafatı da o işi takip eder” der. Buddha, “yakalamak ya da yakalanmak ve yakarak bütünleşmek” yorumunu ateşden almıştır. Çünkü ateş de yakacağı şeyleri yakalar ve öyle yakar. Bir ruh mevcut olmadan ruh göçünün  açıklamasını  Buddha,  alevlenen bir ateşle  mukayese ederdi. Gecenin ilk üçte birinde yanan ve yükselen alevle, gecenin ikinci ve üçüncü evrelerinde yanan alevler arasında fark vardır. Oysa bu  alevler  aynı  alev  gibi  görünürler. Demek  ki alev, fanilerdeki  daimi değişikliğin  ve devamın  sembolü idi.

 

8)      Acılar içinde kıvranırken sonun geldiğini gören yaşamsal unsur, yeni vücudu arar ve yakalar, bundan

9)      Yaşamsal unsur, doğumu gerçekleştirecek vücudu arar; onu yakalamak ya da ona yakalanmak ve yakarak bütünleşmek ister. Yaşamsal unsurun yakalama ya da yakalanma ve yakarak bütünleşme isteğinin nedeni bitmek tükenmek bilmeyen istekler ve arzulardan kaynaklanan hırslanmadır. Bu yüzden yaşamsal unsur hırslanarak doğumu başlatacak vücudu yakalamak ya da ona yakalanmak ister. Böylece yaşamsal unsur yeni bir oluşumu başlatmak için ölmekte olan vücudu son anda terk eder. İşte bunun içindir ki, Buddha bütün elemlerin ve ızdırapların kökünü vücudun hislerinde aramaktadır. Hırsların ve arzuların peşinde koşarken öyle bir an gelir ki, yaşamdaki bir tutsaklık döngülerinden birinin o son anında, duygusallık  yeni ızdırap kaynaklarını var eder.

 

10)  Yaşamsal unsur, doğumu gerçekleştirecek vücudu bulur, yerleşir, bütünleşir, bundan

11)  Yeni acıların kaynağı olan oluşum meydana gelir ve doğum gerçekleşir. Yeni bir oluşum ya da doğum hakkında düşünme yollarından biri de var oluşu bir okyanus olarak görmektir. Okyanusta bir dalga başlar, suyun yüzeyinde hareket eder ve sonra dağılır. Varlığı süresince dalga okyanustan ayrıktır, fakat hiçbir şekilde ayrı değildir. Aynı şekilde yeni vücuttaki  yaşamsal unsur da önceki yaşamsal unsurun aynısı değildir, bununla birlikte önceki yaşamsal unsurdan ayrı da değildir. Bir damla suyun diğer damla su ile buluştuğu anı düşünün. Damla bekleyeni ile bütünleşinceye kadar bütünden ayrıdır. Kendi başınadır. Bekleyeni ile bütünleştiği anda kendi varlığını  gösterir. Damla damla ile bütünleşince bildiklerini anlatır,  kendini bulur; bir olarak var olmayı öğrenir.

 

12)  Hırslanarak istek ve arzuların peşinde koşarken yeni acılar, ızdıraplar ve tutsaklıkların döngüsü başlar. Yaşam daima hastalık, ihtiyarlık ve ölüm gibi acıların tehdidi altındadır. Buddha, insan yaşamındaki elemlerin ve ıztırapların döngüsel süreklilik kazanmasını, “ölüm ve anne rahmindeki çocuk” kavramları ile anlatmıştır. Çünkü bitmek tükenmek bilmeyen istekler ve özleyişlerin peşinde hırsalanarak koşuşturanlar yaşamları boyunca defalarca doğar, acı çeker, ölür ve yeniden doğarlar. Hiçbir şey doğmadan acı çekerek tekrar tekrar ölemez. Buddha’ya göre bütün ızdırapların kökeni, varlıkların kendi zaafları, kendini bilmezlikleri, haddini aşmaları ve doğru yoldan ayrılma denilen sapkınlıkları ve aymazlıklarıdır.

 

Yaşamsal unsura örnek teşkil etmesi adına vereceğim örneğin sizlere ilginç geleceğini düşünmekteyim; Zihin kontrol eden böcek, Toxoplasma gondii ya da kısaca Tox, sadece kedinin bağırsaklarında üreyebilir.  Parazit kedinin bağırsaklarına yolculuk edebilmesi için bir fare bulur. Farenin beynine girdiğinde onu kedi bulucu füze haline getirir. Fare, kedinin idrar kokusunu aldığında ondan kaçmak yerine kokunun kaynağına doğru yani kediye doğru koşar.  Toksoplazma beyni yöneten bir parazittir. Mikroorganizmalar kemirgenlere bulaşır ve farelerin kedi korkularını ortadan kaldırmak için doğrudan beyne  hükmeder. Kedi fareyi yediğinde Toxo üreme şansı bulmuş olur. 

 

Artemia diye adlandırılan tuzlu su karidesi aslında küçüktür ve yalnız yaşar. Parazit tenya, Artemia’nın vücudu ile bütünleştiğinde tüm besinleri emerken karidesin özgürce var olma kabiliyetini elinden alır. Şeffaf olan rengini kıpkırmızı yapar. Aynı zamanda ömrünü uzatır. Onları grup halinde yüzmeye zorlar.  Neden mi? Çünkü Tenyanın üremesi için flamingonun bağırsaklarına yolculuk etmesi gerekmektedir. Flamingonun bağırsaklarına ulaşabilmek için karidesleri kullanır. Onları rahat birer av olsun diye kıpkırmızı sürü haline getirir.  Karidesler kendi iradeleriyle toplanmıyorlar. Aksine hükmediliyorlar. Burada kalabalık olmak fayda etmiyor. Hatta zarar veriyor.  Tenya onların beyinlerini ve vücutlarını  gasp ediyor. Ve amacına ulaşabileceği birer araç haline getiriyor.  Flamingonun bağırsaklarındaki tenyalar yaşamsal unsur ise döngüsel yolculukları boyunca ayrılar mı?   Varlığı süresince tenyanın yaşam döngüsü ayrıktır, fakat hiçbir şekilde ayrı değildir.

 

İnsan olarak, bir şeylerin vücudumuza ya da yaşam alanımıza süzüldüğünü ve kendi amaçları doğrultusunda davranışlarımızı, zihnimizi kontrol ettiğini, ve bunun da döngüsel tutsaklığa dönüştürüldüğünü düşünün. Olanlar özgür irademizin göze görünmeyen güçlere kaptırılmasıdır. Kurbanların yaşam alanlarına ya da bedenlerine dolambaçlı araçlarla giren parazitler, ev sahiplerinin davranışlarında ve dokularında genellikle çok hoş olmayan etkilerle amaçları doğrultusunda değişim yaparlar.

 

Buddha: “Yaşam bir tufandır” der. Kurtuluşa “sönmüş” manasına  gelen   Nirvana  diyordu. “Sönmek”, yaşamın sönmesi değil, bütün acı ve ızdırap kaynaklarının söndürülmesidir. Buddhizmin tek hedefi,  bir alevin sönmesi gibi, ıztırap kaynaklarının kurutulmasıdır. Bu nedenle arınarak kurtulmaya “Sönme” anlamında Nirvana denmektedir.  Arınarak uyananlar Nirvanaya ulaşır. Buddha öğretisindeki kurtuluş,  kişinin kendini tutsak eden nedenleri fark etmeye başladığı andır, çünkü kurtuluş da tam bu anda başlar.

İlk  bakışta çok  basit  görünen bu yorum, Buddhizm tarihi içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Çünkü, insanlardaki dinmek bilmeyen istek ve arzuların pençesindeki hırslanmanın esaslı nedeni “doğru yoldan ayrılma, kendini bilmezlik ve haddini aşmak”  olduğuna göre, bunların önüne geçmekle bütün ızdırapların önüne geçiliyor demektir. Kurtuluş, arınma olarak görünse de, özünde acıların kaynağının kurutulması hedeflenmektedir. Böylece kişi kendi mikro kozmosundan makro kozmos ile bütünleşmektedir.

 

Buddhizmin tek hedefi,  bir alevin sönmesi gibi, ıztırap kaynaklarının kurutulmasıdır. Bu nedenle arınarak kurtulmaya “Sönme” anlamında Nirvana denmektedir. İlk  bakışta çok  basit  görünen bu yorum, Buddhizm tarihi içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Çünkü, dinmek bilmeyen istek ve arzuların pençesindeki hırslanmanın esaslı nedeni “doğru yoldan ayrılma, kendini bilmezlik ve haddini aşmak”  olduğuna göre, bunların önüne geçmekle bütün ızdırapların önüne geçiliyor demektir.

 

Buddha’ya göre "kurtuluş" kişinin kendini tutsak eden yanılgılarını fark edip 12 halkalı nedensellik yasasından, yani döngüsel tutsaklığından kendisini kurtarmasıdır. Kurtuluş, neden ve sonuç prensibine tabi olmamak, yani herşeyden ari olmak, arınmak demektir. Bu dünyada mevcut olan bütün herşeyin gelip geçici olaylardan ibaret olduğunu ve bu olayların da 12 halkalı nedensellik zincirine bağlı bulunduklarına inanıldığına göre, kurtuluşa erişmek, döngüsel tutsaklık zincirini kırmakla mümkün olacaktır. Böylece kurtuluş, bir "sönme" olarak tanımlanır. İkincisi ise hayal aleminde kendinden geçerek bilinçlenme hali denilen yogadır.

 

Hindistan’da maymunları yakalamak için maymun avcıları bir düzenek kurarlar. Bir Hindistan cevizinin içini oyup sadece maymunun elinin girebildiği bir delik açarlar. Hindistan cevizinin içine bir muz bırakıp, ağaca sıkıca bağlarlar. Maymun muzun kokusunu alır almaz, hindistan cevizinin içine elini sokar, muzu tutar. Muzla birlikte eli çıkamadığı için bir türlü elini delikten kurtaramaz. Elini kurtarması için muzu bırakması lazım. Muzu bırakmayan maymun yakalanır. Bu nedenle elinizle tuttuğunuz prangalarınızı bırakın gitsinler!

 

 

 

6.            Buddha Öğretisi

 

Buddha’nın öğretisini  anlayabilmek için üç nokta üzerinde iyice durmak gerekir; Nirvana, Yoga, ve Masal anlatılar.

 

Buddha, yoga yaparak gerçeklere uyanma mertebesine erişebilmek için dış alemle olan ilgisini ve bağını keserek düşüncesini tek bir nokta etrafında yoğunlaştırarak derin bir hayal alemine dalmıştı. O  halde yoga, hayal aleminde kendinden geçerek bilinçlenme haliydi. Yoga, Buddha’dan çok daha önceki dönemlere aittir; “Ruhu sahiplenme, Görünmeyenleri görme, Ruh göçü” olarak  üç çeşitte veya karışık olarak uygulamaları bulunmaktadır.

 

Buddhist yogasında kişi, kendinden geçme halinde yoga yaparak bilinçlenirken Ruhu Sahiplenme aşamasında, kendi zihnine başka bir ruhun girdiğini hisseder; ve benliği elinden alınmış sayılır. Görünmeyenleri görmede  manevi aleme ait görünmeyenler   görülür.  Ruh göçünde ise kişi  ruhunu semanın ve yeryüzünün çok uzak yerlerine gönderebilir ve onu birçok tanrıların ve ruhların huzuruna  çıkartarak onlarla konuşturur.

 

 “Görünmeyenleri görme”ler içerisinde Buddha, gecenin   üç büyük kısmı içinde üç büyük “Görünmeyenleri görme” devri geçirmişti:

1)   Gecenin ilk üçte birinde, canlı varlıkların geçmişlerini ve geleceklerini gördü.

2)   Gecenin ikinci üçte birinde, manevi alemde görünmeyenleri gördü:

Buddha öğreniyordu ki bu ıztırapların hepsi, canlı varlıkların tekrar tekrar doğuşlarından ve ölüşlerinden ileri geliyor. Ve çekilen ıztırapların nedeni üç şeye dayanmaktadır: Hatalı düşünnme, bilgisizlik ve bunların bir sonucu olarak da ceza görmek. Bu kuraldan tanrılar bile ayrı tutulmamaktaydılar. Onlar da aynı alın yazısının pençesinde bulunuyorlardı ve geçici vazifelerini yaparken işleyecekleri herhangi bir kusurla diğer kılıklara girerek yeryüzüne inebiliyorlardı.

3)   Gecenin üçüncü üçte  birinde, ıztırapların kaynağının nasıl kurutulacağını gördü.

 

Buddhist yogasında, değişik amaçlar vardır. Bu amaçlardan ilki kurtuluştur;  bunun  için belirli usuller dahilinde vücudun bütün his merkezleri meditasyon yapılarak tatil edilir. Diğer bir amaç da büyü yapmaktır. Üçüncü bir amaç  ise bilgelik denilen farkına varma, anlama, yetenek ve deneyim kazanma derecesine ermektir. Bilgelikte, bilgili, iyi ahlaklı, olgun ve örnek kimse olunur.

 

Yogaya başlarken bütün hırs ve tutku hislerini, arzularını, ve bütün atalet, tembellik ve duygusuzluk gibi hisleri bir tarafa bırakarak hassas ve uyanık bir hal alınmalıdır. Bunların ardından, yoginin geçireceği 9 aşama başlar:

1-      İlk basamakta bilinçlenmek için hayal aleminde kendinden geçilirer.

2-      Yogi hayal faaliyetini meditasyon yaparak tatil eder ve bilinçlenme hali bir nokta üzerinde yoğunaşır.

3-      Hayal gücünde sevinçten  ve  mutluluktan  daha üstün  olan  bir durumun oluşması için uyanıklık ve bilinçlenme hali de tamamıyle yok edilir.

4-      Bilinçlenme tamamıyla özgür ve serbesttir, hiçbir şey onu artık rahatsız edemez ve heyecana getiremez.

5-      Gök  tabakasında, yogi bilince ait bütün dünyaları geçmiş ve bilinç sonsuzluğa kadar yükselmiştir: Artık burada düşüncenin hiçbir şeyle ilişkisi kalmamıştır.

6-      Biliçlenmenin sonsuzluğu gelir. Herhangi bir şeyin bulunabileceği üzerinde konuşulan  konu  yoktur. Öyle  soyut  bir ortam  ki, artık  burada  bilinç  dahi  bulunmamaktadır.

7-      Zihinde yeni saf bir bilinç oluşur. Bu aşamadan sonra Brahman yoginin işi bitmiş ve amaç hasıl olmuş kabul edilir. Halbuki Buddha, ve onun kurduğu yoga sistemi, bunu da kafi görmemekte ve daha ileriye gitmektedir.

8-      Önceki bilinç ile yeni bilinç arasındaki fark ortadan büsbütün kalkar ve ikisi bir  olur.

9-      Gerçek ve önemli sayılan herşey  silinip gider: yogi burada artık kurtuluşa - nirvanaya ermiş olur.

 

Buddha öğretisi masalların en büyük özelliği halkın anlayabileceği bir dille Buddhist öğretilerin aktarılmasıdır. Masalların sunuluş biçimi aşağı yukarı şöyledir: Buddha’nın yaşadığı dönemde herhangi bir olay meydana gelmiştir. Olay yerine gelen Buddhist keşişler ne yapacaklarını bilemez bir durumda kalırlar. Bu sırada Buddha gelir ve bu olayın aynısının eskiden de meydana geldiğini söyler. Olayı açıklarken bir masal anlatır. Masalın sonunda Buddha, anlatılan masalın kahramanının kendisi olduğunu, masalda geçen kişilerin, mücadelede bulunduğu düşmanların hepsinin onu dinleyen keşişlerden ve o bölgedeki insanlardan başkaları olmadığını açıklar. Kendisinin daha önceki zamanlarda da yaşadığını söyler. Böylece masal aracılığıyla bir taraftan keşişlere Buddha öğretisi öğretiyi aktarırken diğer taraftan dünyanın oluşumunu, Hint kültürünün temelini oluşturan gene doğum inancını Buddhist bakış açısıyla anlatır. Masallarda geçen olayların kahramanı her zaman Buddha’nın kendisi olmuştur.

 

Bu masalları doğuran  esas olgular  acaba  nelerdi? Maymun veyahut  Ceylan - kral gibi tiplerin herhangi bir tehlike karşısında halkını kurtarmak için yaşamlarını seve seve feda etmeleri, Sutasoma gibi bir kralın Buddhizm’i öğrenebilmek için bütün varını yoğunu feda etmesi, veya Buddhizm yayılsın diye Avadana'lardaki Hariçandra gibi bir hükümdarın kendisine tüyler ürpertici işkenceler reva görmesi, Cashtana  gibi bir kralın  milleti uğrunda şeytanlarla kahramanca ve birçok tehlikelere göğüs gererek çarpışması; bir fil kralının kendisini kötü karısı için, iyi bir kardeşin kendisini kötü bir kardeş için, veya kötü bir baldız için feda etmesi acaba nereden alınmadır? Hemen hemen hepsinde müşterek olan kendi başlarına konuya özellik kazandıran öğelerin her biri: bir kral veya bir prensin kendisini feda etmesidir. Bunlar böylelikle birer şehit şeklinde zihinde canlandırmadır. Bunların hepsinin de baş amaçları, Buddhizm’in yayılması ve insanların bu sayede bütün dünyevi dertlerden ve ıztıraplardan kurtulmasıdır.

 

Masallarda açıkça telkin edilmeyen ve fakat bizim gözümüzden kaçmayan diğer bir ahlaki değerler ders daha vardır ki o da Budda’nın kendisinin ölümden kesinlikle çekinmemiş olması ve pervasızca kendisini ölüme atmasıdır. Demek ki gerçek bir Buddhist'in ölümünden çekinmemesi lazımdır.

 

 

 

7.            Arınarak uyanmak, kurtuluştur!

 

Mevlana, Mesnevi’de ruhu temizlemenin bir yolunun ızdırap olduğundan bahseder. Şaman olma ritüellerinin nerdeyse hepsinde bedensel ızdırap çekme aşamaları bulunur, buna çile denir. Buddha’nın acıların kaynağını arama sürecinde çilecilere katılmaya karar vermesi ile  arınarak yeniden dirilme öncesinde kazanılan deneyimler benzerlik göstermektedir. Önce ölmek sonra da tekrar dirilmek: yılanın derisini atıp yeni bir deri içine girmesi gibi, sembolik bir ölüm ve sembolik bir diriliş. Dirilişten kasıt gerçeğin ardında ki sırrı aralamak, hakikate yaklaşmaktır.

 

Siddhartha Gotama, uyandıktan sonra, “Aydınlanmış, arınarak uyanmış; Buddha” olarak tanındı.  Sekiz aşamalı Ariya yolu öğretileri, tüm acılara son vermeyi vaat ediyordu: doğru sözlülük, tam davranış, doğru yaşama, tam uygulama, tam bilinçlilik, tam uyanıklık.

 

Buddha, özde reformcu olmasına rağmen reformculuğu dışa dönük değil, içe dönük ve bireyseldi.  Yaşamı süresince yaratıcı hiçbir tanrıya yalvarmadığı hiçbir zaman kurban kesmediği ve dini hiçbir ayin yapmadığı ve hiçbir mabedi ziyaret etmediği doğrudur. Fakat,  kendinden çok daha eskiden beri inananların fikri olan  tanrıları   inkar  etmiyordu. Buddha’ya ileri bir  Şaman  denebilir  ve  gerçekten o kendi Şamanizm’i içerisinde eski ruh düşüncesini kabul etmişti. Metinlerden tespit  edebildiğimize  göre,  yoga  ile  semaya  çekilişinde,  semadaki  tanrıları  ve  cehennemdeki   varlıkları   görmüş   ve   onlarla   bizzat kendisi konuşmuştur;  Bu durumda  tanrıların  varlığını kabul etmiştir. Şüphesiz onları çok kudretli  olarak  dikkate  almamış, aksine onlara yogi demiştir.

 

Doğru yoldan ayrılmayacağımıza ve kendimizi bileceğimize,  kendi kendimize söz verdiğimiz anda, ikiyüzlülükten uzak durarak, paye beklemeden, bilgi ve tecrübe birikiminde, yeniden var olma süreci, Nirvana değil midir? Ararken arınmak, bir yoldur.  Kurtuluşu kendi irademizde aramalıyız; çünkü bizleri hapseden şeyler kendimizdedir.

 

Damla denizin içinde yok mu olur, yoksa damla deniz mi olur? Şu gördüğünüz, kendini yontan beden, bir zaman sonra toprak olacak, üzerinde bitkiler yetişecek. Bitkiler, hayvanlar ve insanlarla bütünleşecek. Hayvanlar da insanlar da toprağa karışacak ve başka canlı varlıklarda belirecek. Bu dönüşüm sonsuza dek sürecek. Herşey değişir, hiçbir şey ölmez, işte ben bu ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu seviyorum.

 

Bitmek tükenmek bilmeyen hırsların, arzuların peşinde koştururken bitkin duruma geldiğimizde sığınacak bir ada bulabilir miyiz? Evet, korkunç dalgaların içinde bir tek ada vardır, Nirvana. Kendimizi, kendi benliğimizde aramalıyız. Gerçeği bulmak, hür düşüncede, keşfederek arananın arınarak ortaya çıkarılmasıdır.

 

Rüyaları gerçek kılmak için uyanmak gerek; uyanabilmek için de bilinçlenmek yeterli olacaktır! Var etme değerini öğrenen bellek, bizlerin bakış açısında torunlarımızın eğitilmesi ile mümkün olabilir.  Var etmeye varım diyebilecek bilgi gücü, nesilden nesile aktarılan, bilgi ve tecrübe birikimidir.   Düşünmeyi tercih etmeyenler, ancak diğerleri tarafından üretilen malları taklit ederek ya da yağmalayarak, geçici olarak hayatta kalabilirler; fakat diğerleri üretmeye devam etmelidir, aksi halde hiçbiri hayatta kalmaz. Bilinçlenme engellenebilir, susturabilir, yasaklanabilir, hapse atabilir hatta yok edebilir;  fakat düşünmeye hiç kimse engel olamaz.

 

Işık taşıyan eller değişir, ama, taşıdıkları ışık ölümsüzdür. Çünkü, taşınan ışık dinamiktir, akışkandır, değişkendir; öğrenendir, bilinçlenendir. İşte bu ışık yaşamsal unsurdur.

 

 

 

8.            Kaynaklar

1)      Buddhizm Tarihi, Dr. Walter Ruben, Hindoloji Profesörü. Çeviren: Dr. Abidin Etil. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Çoğrafya Fakültesi yayımları:58. Ankara, 1947.

2)      Filozoflar Ansiklopedisi, Cilt I, Cemil Sena, Remzi Kitabevi – 1974.

3)      Buddha ve Öğretisi, İlhan Güngören, YoI Yayınları, 3 Baskı – 1994.

4)      Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi, 1973.

5)      Teachings Of The Buddha by Jack Kornfield.

6)      Eski Metinlere Göre Buddhizm (Buddha öğretisin Diyalektik Yorumu), Walter Ruben, Hazırlayan: Lütfü Bozkürt. Okyanus Yayıncılık, 1995.